Sınır Koymak ve Öz değer
“Hayır diyemiyorum.” “Karşımdakini kırmaktan korkuyorum.” “İçimden gelmiyor ama yine de kabul ediyorum.” Bu cümleler, birçok insanın farkında bile olmadan öz değerini zedelediği en yaygın içsel çatışmaları özetler. Aslında sınır koymak, bencillik değil; kendine saygının bir yansımasıdır.
Sınır koymak, bir kişinin kendi duygusal, zihinsel ve fiziksel alanını korumasıdır. “Ben buradayım, sen oradasın” diyebilme becerisidir. Öz değer (self-worth) kavramı ise kişinin kendini değerli, yeterli ve saygıdeğer görme kapasitesidir. Bu iki kavram birbirini doğrudan besler: Öz değeri yüksek bir birey sınırlarını net çizer, sınırlarını koruyan birey ise zamanla öz değerini güçlendirir.
Ne yazık ki birçok insan, özellikle de duygusal ilişkilerde, “iyi insan” olma çabasıyla sınırlarını ihlal ettirir. Çocuklukta öğrenilen “önce başkalarını düşün”, “kırma”, “itaat et” gibi mesajlar yetişkinlikte kişinin kendi ihtiyaçlarını bastırmasına neden olabilir. Bu noktada psikolojik dinamikler devreye girer. Sınır koyamayan birey genellikle onaylanma ihtiyacı, terk edilme korkusu veya sevilmeme endişesi taşır. Bu duygular, erken dönem ilişkilerde koşullu sevgiyle yetişen bireylerde sıklıkla görülür.
Psikanalitik bakış açısından, sınır koyamamak “benlik bütünlüğü” ile ilişkilidir. Benlik sınırları yeterince sağlıklı gelişmediğinde, kişi kendini diğerlerinden ayrı bir birey olarak hissedemez. Diğerinin duygularını, ihtiyaçlarını ya da beklentilerini kendi sorumluluğu gibi algılar. Bu durum, duygusal tükenme ve özdeşleşme karmaşası yaratır. Kişi kendi duygusunu değil, karşısındakinin duygusunu yaşamaya başlar.
Bilişsel davranışçı terapi (BDT) perspektifinden bakıldığında ise sınır koyamama, kişinin temel inançlarından beslenir. “Değerli olmak için sevilmeliyim”, “insanları memnun etmeliyim” veya “hayır dersem beni yalnız bırakırlar” gibi düşünce kalıpları bireyin davranışlarını yönetir. Bu kalıplar fark edilmediğinde, kişi sürekli başkalarının mutluluğunu kendi önüne koyar. Zamanla bu durum kronik yorgunluk, öfke patlamaları, kimlik karmaşası ve depresif duygu durumuna zemin hazırlar.
Öz değeri düşük birey, sınır koyduğunda suçluluk hisseder. Oysa sağlıklı sınırlar ilişkiyi bitirmez, ilişkide dengeyi sağlar. Sınırlar, duvar değil; kapıdır. Kapının ne zaman açılacağına ve kimin içeri gireceğine kişi kendisi karar verir. Bu bilinçle kurulan ilişkilerde samimiyet, güven ve karşılıklı saygı daha güçlü olur.
Sınır ihlalleri genellikle duygusal manipülasyon, suçluluk yükleme veya pasif-agresif davranışlarla ortaya çıkar. Örneğin partneriniz sizden istemediğiniz bir şey yaptırmak için “madem beni seviyorsun, bunu yaparsın” diyorsa bu bir duygusal sınır ihlalidir. Uzun vadede bu tür ilişkiler bireyin benlik algısını zedeler; kişi kendi değerini partnerinin onayına bağlamaya başlar.
Psikolojik olarak sınırlarını koruyamayan bireyler, çoğu zaman fiziksel belirtiler de yaşayabilir. Uzun süreli stres, bastırılmış öfke ve suçluluk duyguları bedende gerginlik, yorgunluk, uykusuzluk ve hatta psikosomatik ağrılar şeklinde kendini gösterebilir. Çünkü zihinsel sınırlar zayıfladığında, beden de kendini koruyamaz.
Sınır koymanın sağladığı en büyük kazanım özsaygıdır. Kişi kendi ihtiyaçlarını görmeye başladığında, başkalarının onayına olan bağımlılığı azalır. “Benim hislerim de önemli” diyebilmek, bireyin psikolojik dayanıklılığını artırır. Bu noktada öz değerin en sade tanımı ortaya çıkar: Kendini olduğu gibi kabul edebilme gücü.
Bu farkındalık zamanla ilişkileri de dönüştürür. Öz değeri yüksek bireyler ilişkilerinde daha açık, daha dürüst ve daha şefkatli davranır. Çünkü sınırları net olan biri, sevginin manipülasyonla karışmadığı sağlıklı bir yakınlık kurabilir. Bu kişiler, “sevilmek için kendimi feda etmeliyim” yerine “kendimi koruyarak da sevilebilir biriyim” diyebilirler.
Sınır koymak aynı zamanda duygusal olgunluğun göstergesidir. Kişi, başkasını kontrol etmek yerine kendi duygusunu yönetmeyi öğrenir. Hayır demek, karşısındakini reddetmek değil; kendi sınırlarını onurlandırmaktır. Bu farkındalık, kişinin yaşam doyumunu ve psikolojik iyi oluşunu doğrudan yükseltir.
Peki sınır koymak neden bu kadar zor? Çünkü çoğumuz çocukluktan itibaren reddedilmeye, dışlanmaya ya da eleştirilmeye karşı duyarlıyız. Sınır koyduğumuzda “kötü insan” olacağımızı düşünürüz. Oysa sağlıklı sınırlar ilişkileri bitirmez, aksine güvenli hâle getirir. İnsan ancak kendini koruyabildiğinde başkalarına da gerçekten şefkat gösterebilir.
Sınır koyma becerisi öğrenilebilir bir süreçtir. Psikoterapi, özellikle de bilişsel davranışçı terapi veya şema terapi, bireyin bu konudaki içsel kalıplarını fark etmesine yardımcı olur. Terapi sürecinde kişi, kendi değerini yeniden tanımlar, hayır demenin özgürlüğünü deneyimler ve duygusal özerkliğini güçlendirir.
Sonuç olarak; sınır koymak, öz değerin görünür hâlidir. Kendine “hayır” deme hakkını tanımayan kişi, başkalarının beklentileri içinde kaybolur. Ama “benim duygularım da önemli” diyebilen birey, içsel dengeyi bulur. Unutma; kendi sınırlarını bilmek, başkalarına saygı duymanın da bir parçasıdır. Gerçek özgürlük, “herkesi memnun etmekte” değil, kendini kaybetmeden sevebilmekte yatar.
Uzm. Psk. Dan. Melek ERDOĞAN














